ALİ BURUL
Taceddin Veli Mahallesi Muhtarı Melikgazi/Kayseri

Adalet

ADALET

Adalet: Kelimesinin lügat manası, zulüm etmemek, Hak sahibine hakkını vermek. Haksızları terbiye etmek, hakka riayet etmek. İnsanların bütün haklarına saygı göstermek. Manalarına gelmektedir.

Şer’i manada: İslam inancına göre ADL kelimesi Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarından birisi olarak kabul edilmiştir. El- ADL sıfatı, çok adaletli demektir. Buna göre Allah’ın takdir ettiği her şey adaletlidir. O ne yapmışsa adalet ve hikmeti ile yaratılmıştır. O yüzden insanlar Allah’ın adaletinde eksiklik bulamazlar. Şayet kendilerine adaletsizlik gibi gelen bir durum görülüyorsa, böyle olmasından onların bilemedikleri hikmetler olduğunu düşünmeleri gerekir. Düşündükleri takdirde bu hikmetin farkına varabileceklerdir.

Adalet zumlun zıddıdır. Zulüm incinmektir. Canın yanmasıdır. Razı olunmayan bir davranışla karşılaşmaktır. Zulmetmeyerek herkese hakkını vermek ve her şeyi akıl ve mantığa, hikmet ve maslahata uygun olarak yerine koymak da adalet demektir. Mesela, çok zengin ve cömert bir zat, zenginlere mal, ilim adamlarına silah, askerlere kitap dağıtmış olsa adalet değil zulüm yapmış olur. Çünkü hiçbirini layıkı veçhile yerine vermemiştir. Hâlbuki adaletli bir iş yapmış olabilmesi için o zat, kitabı, âlime, silahı askere, malı da fukaraya vermesi icab ederdi.

Allah’u teala adildir. Zalimleri sevmez, zalimlerle düşüp kalkanları ve hatta zalimlerle alakası olmadığı halde, teşriki mesaisi olmadığı halde, uzaktan onlara imrenenleri ve sevenleri sevmez. Bunun için İslam’da her ne suretle olursa olsun zulüm haramdır. İslam’da kötü olarak kabul edilen bir sıfattır. Zulüm, zulmün hasmı da Allah’tır. Adalet ise makbul bir sıfattır. Bu sıfat kendisinde bulunan kimseye     ( Adil ) denir. Adaletlerinden dolayı kendisine hürmet edilir.

                                      Adalet mefhumunu iki kısma ayırabiliriz.

Adaleti İlahiye: Allah’ın adaleti, bunun tecelli etmesi için Mahkeme-i Kübra’nın kurulmasına lüzum vardır ki, mahşer gününde günahkâr cezasını abid ve Salih kimseler ise, mükâfatını göreceklerdir.

Adaleti Mahza: Bir masumun hakkı, bütün halk için, bütün insanlar içinde olsa dahi iptal edilemez. Bir fert dahi umumun selameti için feda edilemez. Cenab-ı Hakk’ın merhametinde hak, haktır. Hakkın büyüğüne küçüğüne bakılmaz. Bir cemaatin selameti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Kur’anı Kerim de adalet mefhumu 33 yerde zikredilmektedir.

“” Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.  “” Nisa- 58 

“” Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, işitir ve görür. “” Nisa–58

“” De ki, Rabbim adaleti emretti. “” Araf–29                                                                          
“” Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever “”El Maide–42

“” Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda (akraba bile olsa) sözünüzde adil olun. Allah’ın ahdini yerine getirin. “” En’am–152 şeklinde Cenab-ı Hak emir vermek suretiyle, adil olunmayı tavsiye etmektedir. ki ADALETİN İslami açıdan önemi çok büyüktür. Başka bir ayeti kerime de ise:

“”Ey İman edenler, kendiniz, Ana-Babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun, onları Allah’ın koruması ( Allah onlara daha yakındır.) Daha uygundur. Adaletiniz de heveslere uymayın.  “” Nisa–135

Şeklindeki ilahi emirler: insanlığın saadetini temin eden, mutluluk güven ve refah anahtarından başka ne olabilir. ?. Sadece Mü’minlere tevcih edilen ilahi hitap.. Onların yeni bir düşünce, yepyeni prensip ve gayelerle bezenerek Allah’ın Adalet Emanetine sahip olmalarını emretmektedir. Bu ayeti Celileyi dilimizle tekrar etmek çok kolay. Ama bunun tatbikatını yapmak kolay değil. Çünkü kişilerin hevesleri çeşit çeşittir. Kişinin kendi şahsını sevmesi hevestir. Aile ve yakınlarını sevmek hevestir. Şahid’lik ve hükmünde fakirlere merhametle muamele etmek hevestir.

Zenginlere güzel bir şekilde ta’zim etmek hevestir. Kötü davranmakta hevestir. Hüküm ve şehadet konusunda aşiret, kabile, Milet, devlet ve vatan taassubu da bir hevestir. Hepsi de Allah’ın yasak ettiği bir davranışa vesile olan duygular. Haktan ve doğruluktan uzaklaştıran müessir vasıtalardır. Bunlar. Cenab-ı Hak Cümlemizi, nefsine ve geçici heveslere kapılan kullarından olmaktan bizleri muhafaza buyursun.                                                                                       

         Rivayet edilir ki, Abdullah İbni Revaha (r.a.)ı Peygamberimiz (s.a.v.) Hayber’e meyve ve bitkilerini insaflıca taksim etmek için göndermişti. Hayber’in fethinden sonra Resulüllah (s.a.v.) ile böyle anlamışlardı. Yahudiler kendilerine yumuşak muamele etmesi için Abdullah İbni Revaha’ya rüşvet teklif edince dedi ki:

“” Vallahi ben sizin yanınıza insanların içinde en çok sevdiğim birisi tarafından gönderildim. Allah’a kasem ederim ki.. Siz bana kendi sayınızca domuz ve maymunlardan daha sevimsizsiniz. Size karşı olan nefretim ve Paygambere karşı sonsuz muhabbetim, Beni size. Adaletli davranmaktan uzaklaştırır.”” diyerek rabbani nizam üzerine kaim olan Rasulüllah’ın medresesinden yetişmiş bir sahabi idi. Abdullah İbn-i Revaha…

İnsanı hayretlere sevk eden o sahabi ve Peygamber devrinden sonra asırlar geçti. Kütüphaneler hukuk ve kanun kitapları ile doldu taştı. Çeşitli sistemler, idari şekilleri, bir takım formalite ve düşünceler her tarafa yayıldı. Kafalarda adalet kelimesi dolaşmaya başladı. Ağızlarda bol bol adaletten dem vuran sözler sarfedildi. Adalet mefhumunu ve kanunları yedleştirmek için bir takım düşünceler ileri sürüldü. Heyetler ve teşkilatlar kuruldu. Ama ADALETİN hakiki zevki, hem vicdanlarda, hem de sosyal hayatta zirveye ulaşamadı. Sebebi…

Adalet mefhumunun uygulanabilmesi için insanların Vücudlarını saran bir takım haller ve vasıflar bulunması lazımdır. Mesela, Allah korkusu, Kalb selameti - Keskin zeka, İdrak ve basiret, Sür’ati intikal, Cefaya tahammül, Kudret, Daimi cesaret, Asab, Kuvvet, İnsaf ve merhamet, İnsanlığa muhabbet gibi.. Bu vasıflar bulunmayan şahıslarda adalet’te olmaz. Fakat bu hisler her insanda aynı derecede bulunmaya- bilir. Bazısında hafif bir gölge gibi gelip geçici olur. Bazısında ise sabit ve devamlı olur. İşte adalet sıfatında zayıf ve kuvvetli olması, insandaki hallerin kuvvetli ve zayıf olmasına bağlıdır.

Şu halde insanlar, adalet sıfatında müsavi (eşit) olamazlar. Mesela, adil insanlardan bir saf teşkil edilse en aşağıdaki şahıstan en yukarıdakine kadar hepsine de ( Adil ) ünvanı verilir. En baştaki şahsa, diğerlerinden ayırdetmek için adil yerine ( adl ) ( Çok adaletli ) denir. Ve böyle söylemekle de güya o şahsın her tarafı adalet kesilmiş, içinde ve dışında adaletten başka bir unsur kalmamış gibi bir mana ortaya çıkar

İnsanların kemalleri ( kemal sıfatları) hep kusurlu olduğu gibi adalet sıfatları da tam ve kâmil olmaz. Aramızda hâkimlerin, büyüklerin hürmetini kazanmış çünkü hakiki mana da ADL demek, bütün varlıkları içerisine alan ve her an değişip duran, kâinat üzerinde adaletini gösteren demektir. Bu sıfat ise ancak Allah’a mahsustur.

Bazen insanları eşsiz-adaletçi, âlim. V,b bir şekilde övdüğümüz olur. Fakat hakikatı düşündüğümüz zaman yanlış bir düşüncededir.Çünkü eşsizlik Allah’a mahsustur..

Bazı kişiler hakkında ( Eşsizdir ) dememiz. Allah ‘a karşı değil, kendi emsal insanlar arasında onun gibisi yoktur demek istiyoruz. Fakat yine yanlış tavrımız. Çünkü biz eşsizliğini iddia ettiğimiz kişinin insanlar içinde bir benzeri veya daha üstünü bulunmadığına kanaat getiremeyiz… Mesela.

Elimizde  bir adalet ölçüsü var da onunla dünya sakinlerini karşılaştırdık mı .Acaba geçmişte daha adil insanlar yok muydu.?. ileride zuhur etmeyecek mi.?. Acaba o şahıs hangi konularda adalet yapabiliyor. Ve bunun için ne kadar çalışmış hayatının her safhasında bu sıfatı aynı kuvvetle muhafaza edebilmiş midir?

Acaba dostluk, akrabalık veya düşmanlık gibi heveslere kapılmayarak bütün insanlar arasında adalet icra edebilmiş midir.?. Velhasıl mahlûk demek, aciz ve muhtaç demektir. Bu acizlik ve gaflet içinde, bu kadar heyecan, ihtiras ve korku içinde adalet gibi bir kemal sıfata ulaşmak, sahip olmak imkânsızdır. Fakat adaleti öğrenmek ve sevmek, zulmü yermek, elinden geldiği kadar adaleti ızhar etmeğe çalışmak duygusu olmasaydı Allah’ın adaleti hakkında bilgi sahibi olamazdık. Bizdeki bu duygu Allah’ın adaleti ni görmek için bir aynadır.

Allah’u Teala’nın ezeli takdirine göre yapıp durmakta olduğu her iş bir adalet ve hikmettir. Mesela: Güzellik, çirkinlik, zenginlik, fakirlik, hastalık, sağlamlık, ömür uzunluğu ve kısalığı gibi insanların birbirlerine benzemeyen dış halleri, Âlim, Cahil, ahmak, zeki, doğru, sapık gibi iç halleri hep Allah’ın takdiri ve işidir. Hepsi de yerindedir. Bazıları âlemde ki fenalıklara, şerler bakarak, Mesela insanlar arasında kör, topal, sağır, dilsiz, yoksul gibileri düşünerek Allah’ın adaletinde eksiklik görmek istiyorlar.                                                               

Hâlbuki her şeyin yaradılışında insan aklının kavrayamayacağı birçok gizli hikmetler vardır. Allah iyilikte yaratmış, kötülükte,  Çirkinlikte yaratmış güzellikte, bu sayededir ki, insanlar bu konularda fikir sahibi olabilmişlerdir. Çünkü kötülüğü görmeyen iyiliği bilmez. Her şey zıddıyla öğrenilir. Eğer âlemde hiç çirkinlik bulunmasaydı güzelliğe dair katiyen bir fikrimiz olmazdı. Şu halde mahiyetlerin birbirinden seçilmesi hayır lazımsa, şer de lazımdır. Allah’u Zülcelâl bunları yaratmakla hayrı şerri öğretmiş, bunların kazanç yollarını tutanlara, kazanç yollarını açmış, her iki yolun sonucunu Kur’anı Kerim ve Hz. Peygamber vasıtasıyla bildirmiş ve dilediği yolu tutmak için insanları serbest bırakmıştır. Hayır ve iyilik yollarını tutanlara hazırladığı dünya ve ahiret nimetlerini, şer ve kötülükle haşir neşir olanlara da görecekleri cezaları dünyada iken söylemiş, bildirmiştir.

Toplum içerisinde Talihsiz, bahtsız, bahtı kara insanlar dediğimiz, kör, sağır, topal gibi insanların halleri de sebepsiz değildir. Detaylı bir şekilde incelenirse onların o vaziyete müstehak oldukları anlaşılır. Belki de hayırlıdır. O aza noksanlıkları.. Çünkü… Dünya malını ve serveti zenginliği istemeyen insan yoktur. Halbu ki nice insanlar serveti yüzünden birçok belalara uğramış Keşke fukara olsaydım da bu haller başıma gelmeseydi. Demiştir. Evlat ve akraba çokluğu, beden kuvveti, mevki ve nüfuz şerefi gibi hususlarda böyledir.

Allah Erhamürrahimin- Ekremül Ekremindir, kulunun hayır ve menfaatini kulundan daha iyi bilir. Onun rızası, kullarını kendi rızalarından ziyade esirger. Bize düşen vazife, Allah’u Teala ne takdir etmiş ve ne muamele yapmışsa onun tam bir adalet ve hikmet olduğuna inanmak ve ona razı olmak ve asla şikâyette bulunmamak ve hatta sevmek, sevinmektir.

Adalet mefhumu basit gibi görünür ve telaffuzu kolay, sıradan bir kelime zannedilse de cemiyet içinde ikamesi pek çok kolay olmayan bir şeydir. Bilhassa içinde bulunduğumuz, ahlaksızlığı ahlak, haksızlığı hak, yolsuzluğu fazilet, zulmü adalet, sandığımız ve saydığımız günümüzde, günümüz ki bir devlet adamının ifade ettiği gibi şu durumdadır.

“” Bu gün rüşvet, iltimas, ihtikâr bir kanser gibi bütün ülkeyi sarmıştır. Toplumun disiplini bozuk, devlet otoritesi zayıftır. Vatandaşlarımızın en basit trafik muamelesinden, gümrükten, kredi müesseselerinde hastanelerden, ürünlerinin para etmeyişinden şikâyetçi, ter ve emeklerine cevap alamamaktan mütessirdir. Tefeciler kol gezmekte, nimetler gücü yetenlerin elinde, hizmetler ve yükler zayıfların sırtındadır.””

Bunların önüne geçilebilmesi için, haksızlıkların, yolsuzlukların önlenebilmesi için,. İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu olan Allah’ın emirlerine muti olmamız lazımdır. Adil olmamız lazımdır. Mü’min adil insandır. Hem Müslümanız diyoruz, hem de adalete riayet etmiyorsak, gerek fert vee gerekse devletin hakkını yiyor ve bunun adaletsizlik olduğunu bilmiyorsak imanımızın zayıflığına delalettir.

Cenab-ı Allah’ın ( yapın ) diye emrettiği hususlar birer ibadettir. Adaleti emreden de Allah’u Teala olduğuna göre adil omka, adaletli davranmak da bir ibadettir. Kur’an’ı Kerim’i incelediğimizde Namazın 88, Zekâtın 35 ve Adaletin ise 33 yerde zikredildiği görülecektir. Bu sıralama bu ibadetlerin önemini belirtmektedir. Bu ibadetler insanı terbiye etmeye ve kendini bildirmeye meylettirir. Kendini bilen insan, Allah’ını bileceği için, her şeyden önce kendisine karşı dürüst, kendisine karşı güvenilir olduğuna, önce kendisinin inanması ve bir ahlaki olgunluğa ermesi lazım geldiği anlaşılır.

İnsanı önce iyilik yapacak şekilde eğitmeden, terbiye etmeden yardım yapmasını beklemek mümkün değildir. Çünkü karşılık beklemeden her hangi birine yiyecek, giyecek ve para vermenin ne gibi bir manası olabilir.?. diye düşünecektir.

İnsanı ahlaken yükseltmeden önce ondan iyilik beklemek, muhtelif eşyaları ellerine alarak sokağa çıkmış çocukların çıkardıkları gürültüyü müzik diye dinlemek gibi bir şeydir. Nasıl ki terbiye edilmemiş seslerin gürültü, terbiye edilmiş sesin müzik oluşu, insanın hoşuna gitmesi gibi, Cenab-ı Hakkın emirlerini ifa ederek kendini ve etrafını tanıyan kişi toplum içinde nasıl davranması lazım geldiğini öğrenmeyi isteyecek, yanlış yapmaktan, hataya düşmekten Allah’a sığınacaktır. İşte kişinin başkaları ile münasebetlerindeki hukuki şekli ve ölçüyü tayin edecek olan ilahi emirlerin hepsine adalet denilmektedir.

Zulümden sakınmak ve zulüm görmemek bir adalettir.

Cenab-ı Hak Kur’anı Kerim de hiç kimseye haksızlık edilmemesini emretmiştir. Bununla beraber insanların kendilerinin de haksızlığa uğramaktan sakınmaları gerektiğini ayeti celilelerle ikaz etmiştir.                                                      

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ”” Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zulmetlerdir. “” zulmetmek isteyen, hem de zulme uğramak durumunda olan kimseye zulümden sakınmasını emretmektedir. 

Yani zulüm yapmayın, zulmeden insan olmayın, derken, zulme uğrayan, mazlum durumuna düşmüş insan olmak için adeta fırsat kollamış gibi bazı insanları zulme sevk edici davranışlardan kaçınmamızı da emretmekte, öğütlemektedir. Bir başka ifadeyle söyleyelim. Zalime karşı boyun büküp eli kolu bağlı gibi kalmamayı emretmektedir.

İslami hayat anlayışında öncelikle, haklara riayet istenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) in

“” Haklar, kıyamet gününde sahiplerine iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyundan, boynuzsuz koyunun öcü alınacaktır. Ve Bir kimse haksız olarak başkasının bir karış yerine( toprağına) tecavüz ederse, o yerin yedi katı o kimsenin boynuna geçirilir. Hadisleri haklar konusunda gösterilen titizliği ortaya koymaktadır.””  Buhari de rivayet edilen bir başka hadisi şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) :

“” Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak saldırmışsa Altın, gümüş, bulunmayan günden ( kıyamet) önce onunla helalleşsin. Aksi halde yaptığı zulüm nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp, hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama yükletilir. “” buyrulduğu nakledilmektedir.

“” Bir kimsenin misvak ağacından bir dal parçası kadar dahi olsa hakkı gasp edilse, onu gasp edenin cehennemlik olduğunu”” belirten Hz. Muhammed (s.a.v.) adaletin tesis ettirilebilmesi kişilerin haklarına saygının ne kadar önemli olduğunu ifade etmişlerdir.

İnsanları haksız davranışlara iten veya başkalarına riayetsizliğe sevk eden ortamı silebilmenin, ancak, insanların hayat varlığını koruyucu tedbirler almak suretiyle, huzur ve refah ortamını gerçekleştirecek, mutlu yaşamanın imkânlarını sağlayacak, dengeli ve karşılıklı haklara riayet eden insanların teşkil ettiği bir topluma ihtiyaç vardır.  Sadece kendini düşünen ve yalnız nefsinin adamı olan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda huzur ve barışın temini mümkün değildir. Çünkü haklılık ve adalet fertler arasında benimsenmedikçe cemiyette huzur ve sükûn tesis ettirilemez.

Kur’anı Kerim’in meşhur tefsirlerinden Medarik’te adalet mefhumu, her hakkı hak sahibine ulaştırmak, Cenab-ı Allah’ı inkâr ile O’na eşler ve ortaklar koşmak gibi sakat anlayışları terk etmek, şeklinde izah edilmektedir. Ayrıca Allah’ın birliğine inanma, hakkı ayakta tutmak şeklinde Kur’anı Kerim’de izahat vardır.

Bir başka ifadeyle anlatmaya çalışacak olursak, Allah’ın birliğine, eşi, benzeri olmadığına, doğmamış ve doğrulmamış olduğuna inanmak adalet, Allah’ı inkâr ve O’na kusur ve noksanlık izafe etmek zulümdür. Zalimlere yapılacak muamele ise, dünyada güler yüzlü olmaktan mahrum olmak, ahirette de elim ve şedid bir azaba düçar olmaktır. Buna göre İman bir adalettir. İnsanlık ise zulümdür.

Savaşta dahi adaletten ayrılmamak, Müslüman’ın şiarı olmalıdır.

            Hiç şüphe yok ki, İslam ahlakının temeli ve Müslüman’ın şiarı adalettir. Bunun içindir ki, terki caiz ve mümkün değildir. Bilakis dinimizin yasakladığı hususlardan bir tanesi olan yalan söylemenin dahi caiz görüldüğü ”” Düşmana karşı”” düşmanla muharebede bile adaletle muamele edilmesi  emredilmektedir . Üstelik harbin HUD’a bir çeşit hile olmasına rağmen yine adaletten ayrılmamak İslam’ın emridir.

            Hz. Ebubekir (r.a.) Kuzeye doğru sefere çıkmak üzere olan Hz. Üsame’nin ordusuna

            “” Siz cephedeki düşmanla çarpışacaksınız, Evvela İslam’a çağırın, giderken yolda, kiliselere çekilmiş papazlar, savaş dışından kalan halk, ihtiyar kadın ve çocuklara rastlayacaksınız. Sakın bunlara dokunmayın. “” talimatını veriyor. İşte İslam’ın adalet’e ve haksızlıklara karşı olan emri bizlere uğrayabilirsek çok önemli bir örnektir. İslam tarihinden ikinci bir olayı nakledeyim. …

            Bir zamanlar İslam orduları düşman kuvvetlerine yenik düşmüş, Humus’u boşaltmak mecburiyetinde kalmıştı. Humus’tan İslam orduları çekilirken, kumandan Hz. Ebu Ubeyde,  o zaman ordunun hazinedarı olan Hz. Habib bin Müslime’yi çağırır ve Hırıstiyanlardan cizye olarak alınan parayı iade etmesini emreder ve sözlerine şöyle devam eder.

            — Bu vergiyi onları düşmanlarına karşı himaye etmek için almıştık. Mademki onları himaye edemeyeceğiz, paralarını kendilerine iade etmeli. Kendilerine karşı yine dostlukla mütehassıs olmakla beraber, onları himaye edemeyecek vaziyette olduğumuzu bildirmeliyiz.                                                                     

Demiş ve toplanan binlerce altın ahaliye dağıtılmış ve böylesine bir adalet karşısında duygulanan hırıstiyanlar

İnşaallah tekrar döner ve bize siz hâkim olursunuz. Demişlerdir. Aradan çok vakit geçmeden, İslam orduları düşmanı mağlup ederek Humus’u yine yeniden almışlar.  

Yine Fatih Sultan Mehmet Han Hz.leri İstanbul’u Fethettikten sonra, daha önce kendileriyle savaşanlara, kendi vatandaşları gibi muamele göreceklerini dinlerinde ve yaşayışlarında serbest olacaklarını ilan ettirmesi yine adalet mefhumunun uygulandığını göstermektedir.

Hatta Müslümanlığımızdan, İslami yaşantı ve uygulamadan uzak kaldığımız zamanımızda dahi, 1974 Kıbrıs barış harekâtında Ordumuz adaletten ayrılmamaya fevkalade bir özen göstermiş yıllarca dindaş ve ırkdaşımız olan insanlara eza ve cefa edenler, Çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, hasta hastane, cami ayırımı yapmaksızın zulmeden, toplu cinayetler halinde vahşet sergileri yapmış olanlar, bu insanlar değilmiş gibi, harp esirleri otellerde misafir edilmiş ve öyle muamele görmüşlerdir.  Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) :

-- Rabbim, beni kendisiyle muahede (antlaşma) yapmış olduğum kimseye veya başkasına zulmetmekten men buyurdu. “” mealindeki Hadisi Şerif’e tabi olmanın numunesidir.

Ömer Nasuhi Bilmen Hz.leri diyor ki :  “” İslam âleminde ne Müslümanların ne de İslam devletiyle aralarında muahede veya akdi zimmet bulunmakta olan gayri Müslimlerin canlarına mallarına taarruzda bulunmak katiyen caiz değildir. Aksine maddi ve manevi mes’uliyeti muciptir.”” İşte böylesine adalet sayesindedir ki bir çok gayri Müslim, Müslümanların arasında asırlarca rahat, müreffeh bir halde yaşamışlardır. Hâlbuki kendilerine medenilik süsü veren gayri müslimler, kendi aralarındaki Müslümanlara yapmadıkları eza ve cefa kalmamıştır.

            Vaktiyle Endülüs’te Müslümanların uğradıkları işkenceler bu olaya şahit, Rumeli de ki elimizden çıkan topraklarda Müslümanların ne felaketlere ve ne mezalime uğradıkları, Bulgar vahşetiyle ortada, Güneydoğudan Türkiye’ye iltihak eden peşmergelerin düçar oldukları haller, Güya ilmin zirvesine ulaşmış Amerika’da siyah-beyaz olarak ırk ayırımı, Rusya’da ve Çin’de ayaklar altına alınan insanlar Halen Filistin de dipçik darbeleriyle haklarını savunmaya fırsat vermeyen İsrail Yahudisi’nin tutum ve davranışları İnsan Hakları Evrensel Beyannasi ile yola çıkanların- meziyetlerini ve uygulamalarına birer alamettir.

Kendi beyanına göre uygar batı. Savaşta, kadın çocuk ve ihtiyarla, sağlıklı personeli ve din adamlarının öldürülmemesi, hastane ve mabedlerin bombalanıp tahrip edilmemesi gibi, savaş dışı kalanlara karşı insanca muamele edilmesini 1940’lardan sonra hatırlayabilmiş ve Cenevre antlaşması ile şeklen de olsa savaşta adalet kurallarına dikkat edilmesi ve uyulmasını kabul etmiştir.

Batılının daha dün kabul edipte uygulamadığı kuralları Hz. Peygamber (s.a.v.)le birlikte 14 asır önce kabul ederek uygulamıştır. Gösteriş olsun diye değil, bilereke ve inanarak Müslümanlar uygulamıştır. Öyleyse kimin barbar, kimin uygar olduğunu daha açık bir şekilde anlamış oluruz.

            Müslümanlar kendinize geliniz. Küffarın İnsan hakları Evrensel Beyannamesi ile yola çıkanların, Medeniyim diyenlerin sözlerine kanmayınız. Tilki her ne kadar tavuk hakları evrensel beyannamesi yayınlasa da asıl gayesi tavuğu yutmaktır. Kurt her ne kadar koyun haklarını en iyi koruyan felsefenin hümanizm olduğunu yaysa da asıl gayesi koyunu yutmaktır.

    Bir İmlet kimi taklit etmeye çalışırsa ancak artistlik rolü yapar. Ayaklarınla insan gibi yürümeyi bırakıp, yılan gibi sürünmeye çalışırsan ne yürüyebilir, ne sürünebilirsin, ayaklar altında yok olursun. Arkandan ağıt bile yakmazlar.

           Adalet, haklı ile haksızı ayırt etmek, haklıya haklı, haksıza haksız, diyebilmektir. Adalet, ( sen haklısın, sen haksızsın ) demekten ibaret olmayıp haklının hakkını teslim etmek ve haksızın cezasını takdir ve tatbik etmektir. Çünkü icraat olmadıkça hakkı söylemenin faydası olmadığı gibi, İslam hukukunun en önemli özelliği de vecibe olarak adalete riayeti kabul etmiş olmasıdır. Cenabı Hak adaleti emrettiği gibi, adil olanları sevdiğini ve muvaffak edeceğini de beyan buyurmuştur. Bir hadisi şeriflerinde Allah Rasulü (s.a.v.)

            — Adil olanlar hükümlerinde, ehil ve iyalleri hakkında (aileleri ve idare ettikleri) Memur oldukları, hususlarda adalette bulunanlar, Allah’u Teala’nın indinde nurdan Minberler üzerindedirler. Yüksek nurani mertebelere nail olacaklardır.

Her peygamber gibi Hatemül Enbiya olan Hz. Muhammed (s.a.v.) de diğer tebliğ görevleri yanında aramızda adaletle emretmek ve insanlar arasında adaleti ikame etmek için gönderilmiştir. Yani almelre rahmet adalet sebebiyle gönderilmiştir.                        

İmam-ı Ebu Yusuf diyor ki :   “” Allah’ın verdiği ve yüklediği vazifede bir saat bile olsa hakkı yerine getirmek ve nefsanî arzusuna göre iş görmekten sakınmak Mü’min olanın boynuna borçtur. “”

Kendi keyif ve arzusu yerine hak ve adalet ölçüleri içerisinde iş görmek ve adaletin daima tutulması, her Müslüman’ın görevi olduğuna göre özellikle İslam’a gönül vermiş olanların bu ilkeyi daima göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.

Netice olarak görülüyor ki, İslam adaletinde hürriyet düşüncesi, fertlerin hakikatlere bağlı kalmasından dolayı ortaya çıkan hakiki ve üstün insan hürriyetidir. Merkeb hürriyetiyle hür olmak isteyenlere hayat hakkı yoktur. 

Müslüman zulme yanaşmayacak ve her hakkı, sahibine vermek suretiyle rabbının nimetlerine karşı, O’na hamd ederek, rızayı bariye karşı olmaktan bir gayret sarfetmeyecektir. Bu hal içerisinde bulunanlar, CEnab-ı Hakkın kıyamet gününe mahsus olarak koyacağı adalet terazisini her zaman hatırlayacak ve

“” Ey Rabbimiz, bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi (hakt’an) saptırma. Bize kendi katından bir rahmet ver. Şüphesiz sen sonsuz bağışta bulunansın. Diye dua ve niyazda bulunacaktır.

Buhari Hz.lerinin Ammar-İbni  Yasir’den rivayet ettği bir hadisi şerifte Allah Rasulü (s.a.v) :

— Her kim üç fazileti bir arada toplarsa İmanı tamam toplamış olur.

1- Nefsine ait bir menfaat hakkında olsa bile insaf ile hareket etmek.

2- Hiç ayırmayarak herkese selam vermek.

3- Fakir iken yoksul olanlara nafaka vermek. Buyurmuşlardır.Resuli Ekrem (s.a.v.) efendimiz Başka bir hadisi şeriflerinde

— Bende muhakkak insanım, bana bir dava gelince o kimsenin yana yakıla ( acındırarak) söylediği sözlere, şahitlerinin merhametli konuşmalarına bakıp onun lehine hükmettiysem ve o da aldıysa Cehennemden bir yer kazanmış olur. Kendisinin haksız olduğunu bildiği halde benim hükmümle kimse kat’iyyen bir şey almasın “” buyurmuştur.

Bakıyoruz ki mahkemelerde milyonlarca dava ve davalı bulunmaktadır. İnsanlarının birbirine hasım bulunduğu bir memlekette ki insanların adalet konusuna itaat etmedikleri açıktadır. Öyleyse din kardeşliğimiz nerede kaldı. ?. Herkes hakkına razı olup, mahkemeler doldurulmasa ve Cenab-ı Hakka ufak haklar havale edilse daha hayırlı olmaz mı.?. Bazı memleketlerde adalet mekanizması olan adliye birbirleriyle uğraşmıyor. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için diyor, el birliği ve gönül birliği ile çalışıyorlar. Biz de birbirimizle uğraşmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                    

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol